24 Mayıs 2016 Salı

Lucian

Kadim mi kadim bir güçle donatılmış birer yadigâr olan silahlarıyla, Lucian; yaşayan ölülerin yarattığı tehlikenin karşısında duran, yılmaz bir bekçi. Sahip olduğu katı kararlılıktan, arındıran saldırılarıyla yok ettiği, akla hayale sığmaz dehşetler karşısında bile asla taviz vermiyor. Lucian'ın kasvetli bir görevi var: Öte tarafa geçemeden hapis kalmış varlıkların ruhlarını temizlemek; bu talihsiz ruhların arasında, Lucian'ın biricik aşkı da var.

Lucian ve eşi Senna, tıpkı kullandıkları ikiz silahlar gibi, aynı hamurdan yapılmıştı. Birlikte yıllar boyunca Runterra'yı kötülüklerden arındırarak, karanlığı aydınlattılar ve menfur güçlerin kirlettiği ruhları arındırdılar. Onlar, birer doğruluk ışığıydı: Senna, bu davaya bağlılıktan asla vazgeçmedi; Lucian'ın nezaketi ve sıcaklığı ise kurtardıkları pek çok kişinin yüreğinde yer etti. Bir elmanın iki yarısı olan karı koca, ayrılmaz bir ikiliydi.

Lucian ve Senna'nın tanık olduğu korkunç şeyler benim diyen savaşçıları bile sarsacak güçte idiyse de, Gölge Adalar'ın yarattığı dehşetin yanında önemsiz kalıyordu. O lanetli bölgenin sakinleri Runeterra'ya yayılmaya başladığında, Lucian ve Senna buldukları yerde onları ortadan kaldırdı. Bu, kasvetli bir işti; ama korkusuz çift, hayatta kalmayı başardı… ruh koleksiyoncusu Thresh'le karşılaşana kadar. Lucian ve Senna daha önce de böylesi korkunç varlıklarla karşılaşmıştı; ama onların hiçbiri, bu kadar sinsi ve acımasız değildi. Korkunç savaş devam ederken, Thresh beklenmedik bir hamle yaptı. Lucian, dehşet içinde yaratığın Senna'yı gafil avlamasına ve ruhunu tutsak almasına tanık oldu. Hiçbir şey biricik eşini geri getiremezdi. Senna yitip gitmişti; Lucian, hayatında ilk kez, bu göreve yalnız çıkmak zorundaydı.

Zincirli Gardiyan, Lucian'ın hayat arkadaşını alarak, Gölge Adalar'ın en tehlikeli düşmanını ortaya çıkarmıştı. Lucian karanlık bir metanete sahip, Runeterra'yı yaşayan ölülerden temizlemek için her şeyi yapacak birine dönüşmüştü. Senna'nın anısına, Lucian eşinin silahını aldı ve görevi tamamlamaya yemin etti. Şimdi iki yadigârı da kullanan Lucian, Gölge Adalar'dan gelen yaşayan ölülerle savaşıyor ve onların ruhlarını temizliyor. Senna'nın ruhunun kaybolduğunu biliyor; ama bir gün eşini huzura kavuşturacağı umuduna sımsıkı sarılıyor.

Riven

Noxus'ta cinsiyet, ırk, toplumsal sınıf farkı olmaksızın her yurttaş iktidar sahibi olabilir. Önemli olan tek şey güçtür. Riven işte bu ideale olan bağlılığıyla yükselmek için çabalıyordu. Boyu ancak uzun kılıç kadarken, kendini bu silahın ağırlığını taşıyıp kullanmaya zorlayarak askerlikteki potansiyelini küçük yaşlarda gösterdi. Acımasız ve etkili bir savaşçıydı; ama asıl gücü azminde yatıyordu. Çatışmalara zihninde bir şüphe kırıntısı dahi olmadan giriyordu: ahlaki duraksamalar yaşamaz, ölümden korkmazdı.
Riven akranlarının önderi, Noxus ruhunun simgesi haline geldi. Öyle seyrek görülen bir tutkusu vardı ki Üst Komuta onu Noxus sihirleriyle dövülüp büyülenmiş, siyah taştan bir rün kılıcıyla onurlandırdı. Silah, dörtgen kalkanlardan daha ağır ve neredeyse onlar kadar genişti; tam da Riven'ın sevdiği gibi. Kısa süre sonra, Noxus işgaline katılmak üzere Ionia'ya yollandı.

Savaş diye başlayan şey, kısa sürede kıyıma dönüştü. Noxus askerleri ölüm meydanında korkunç Zaun savaş makinelerini takip ediyordu. Riven'ın hazırlandığı şanlı savaş bu değildi. Üstlerinin emirlerine uyarak hırpalanmış ve dağınık hâldeki düşmanın kalıntılarını yargısız infazla ortadan kaldırdı.
İşgal devam ederken Ionia toplumunun baştan kurulmayacağı, sadece ortadan kaldırılacağı anlaşıldı. O acı çatışma esnasında Riven'ın bölüğü, Ionia kuvvetleri tarafından sarıldı. Düşman onlara yaklaşırken, destek istediler; ama destek bulmak bir yana, Singed'in başlattığı dehşet verici bir biyokimyasal yaylım ateşinin ortasında kaldılar. Riven etrafında hem Ionia'lıların hem Noxus'luların ağza alınmayacak kadar iğrenç bir akıbete uğramasını seyretti. Bombardımandan kaçmayı başarmıştı ama o anıyı hafızasından silemedi.
Noxus tarafından ölü ilan edilmesini yeniden başlama fırsatı olarak gördü. Kılıcını parçalayarak geçmişiyle olan bağlarını kopardı ve kendi kendini sürgün ederek dolaşmaya, kefaretini ödemenin ve inandığı lekelenmemiş Noxus idealini kurtarmanın bir yolunu aramaya başladı.

Varus

Varus, yay kullanmadaki rakipsiz becerisinden ve sorgulanamaz onurundan dolayı, kutsal bir Ionia tapınağının koruyucusu olarak seçilmişti. Tapınak, Ionia Yaşlılarının adayı karanlığa boğacak kadar güçlü olduğundan korktuğu, eski çağlardan kalma bir kötülük çukurunu kontrol altına almak için yapılmıştı. Varus konumundan gurur duyuyordu; çünkü ancak en rakipsiz Ionia savaşçıları bu göreve seçilirdi. Ailesiyle birlikte tapınak yakınındaki bir köyde yaşıyor, disiplinli ve rutine binmiş sakin bir hayat sürüyordu. Derken bir gün Noxus kuvvetleri Ionia'yı işgal etti. Hücum kıtaları arkalarında sadece ölüm ve yıkım bırakıyordu ve tapınak da yollarının üstündeydi. Varus bir karar vermek zorunda kaldı. Tapınağı korumaya şerefi üstüne yemin etmişti; ama o olmadan köyünün bir avuç sakini, yaklaşan savaş makinesine neredeyse hiç karşı koyamayacaktı. Ciddiyetle, koruyucu olarak görevini yapmayı seçti. Kötülüğün kaçmasına izin verilemezdi.

O gün Varus'un okları, tapınağı ondan almaya çalışan birlikleri paramparça etti. Köye döndüğündeyse, geriye sadece dumanı tüten bir mezarlık kalmış olduğunu gördü. Ailesinin ölülerini gördüğünde içini önce ezici bir keder, sonra da yakıcı bir nefret kapladı. Noxus'lu işgalcileri bir bir öldürmeye yemin etti; ama önce daha da güçlenmeliydi. Korumak için her şeyini feda ettiği yere döndü. Kötülük çukuru, onu alevin mumu erittiği gibi bitirecekti; ama nefret ettiği gücü, Varus tükenene kadar içinde yanmaya devam edecekti. Bu yolun dönüşü yoktu. Kararlılıkla kendisini kara alevlere feda etti. Kötücül enerjinin ve onunla birlikte yıkım vaadinin derisine işlediğini hissetti. Tapınaktan çıkıp, işgalle ilgisi olan tüm Noxus'luları aramaya başladı. Bu dehşetli görev, sonunda onu işgalin en şöhretli sorumlularına götürdü.

Yasuo

Yasuo azmiyle dikkat çeken, atik bir kılıç ustasıdır. Düşmanlarını devirmek için bizzat rüzgâr kuşanıp estirir. Bu mağrur savaşçı, düzmece bir itham sonucunda itibarını yitirmiş ve hayatta kalmak için umutsuz bir savaşın içine itilmiştir. Dünya âlemi karşısına alan Yasuo, suçluları adaletin keskin kılıcıyla buluşturmak ve şerefini geri kazanmak için elinden geleni ardına koymayacaktır.

Vaktiyle Ionia'nın meşhur bir savaş akademisinde parlak bir öğrenci olan Yasuo, koca bir kuşak içinde efsanevi rüzgâr tekniğinde uzmanlaşabilen yegâne öğrenciydi. Pek çok kişi, onun ileride büyük bir kahraman olacağına inanıyordu. Ancak Noxus işgal edildiği gün, onun da kaderi sonsuza kadar değişti. Ionia'nın ileri gelenlerinden birisini korumakla görevlendirilen Yasuo, kılıcıyla bir şeyleri değiştirebileceğine inanarak görev yerini terk edip savaşa katıldı. Döndüğünde himayesine bırakılan kişinin öldürülmüş olduğunu gördü.

İtibarına leke düşen Yasuo kendi isteğiyle teslim oldu. Hatasının karşılığını canıyla ödemeye hazırdı. Sadece ihmalkârlıkla değil, cinayeti işlemekle de suçlandığını öğrendiğinde dünyası başına yıkılmıştı. Allak bullak olmuş, suçluluk duygusu altında kıvranıyordu. Buna rağmen eğer harekete geçmezse cinayetin gerçek katilin yanına kalacağını biliyordu. Kılıcını çeken Yasuo, tüm okulu karşısına alarak dövüştü özgürlüğü için. Bu hıyanetin bütün Ionia'yı kendisine düşman edeceğinin farkındaydı. Yasuo, ömründe ilk defa gerçekten tek başına kalmış halde gerçek katili bulmak için yollara düştü.

Yasuo birkaç yıl boyunca durmadan dolaştı durdu katilin peşinde. Bir yandan da bir zaman dostu olanlar tarafından amansızca takip ediliyor, her seferinde hayatı uğruna dövüşmek zorunda kalıyordu. Kendine vazife edindiği bu ülkü onu daha da uçlara itiyordu; ta ki bir gün en korkulu düşmanı, öz kardeşi Yone tarafından izi bulunana kadar.

Aynı düsturla yola çıkan iki savaşçı, önce birbirine selam verdi ardından da kılıçlar çekildi. Ay ışığının altında sessizce birbirlerinin etrafında dönüp durdular. Saldırıya geçme zamanı nihayet geldiğinde, Yone kardeşi Yasuo ile boy ölçüşemeyeceğini anladı. Karanlıkta çeliğin tek bir parıltısı kardeşinin canını almaya yetmişti. Silahını bırakan Yasuo, koşarak Yone'nin yanına geldi.

Gözleri dolan Yasuo, soydaşlarının nasıl olup da suçlunun kendisi olduğuna kanaat getirdiğini öğrenmek istedi. “Katil rüzgâr tekniği kullanmıştı. Başka kim olabilirdi ki?” diye yanıtladı Yone. Birden olan bitenin farkına varan Yasuo, neden suçlandığını anladı. Masumiyetini bir kez daha ifade edip, kardeşinin affını istedi. Kardeşi kollarında son nefesini verdiğinde Yasuo gözyaşlarını tutamadı.

Yasuo doğan güneşin tanıklığında Yone'yi gömdü, ama yas tutmaya ayıracak vakit yoktu. Çok geçmeden başkaları düşecekti peşine. Kardeşinden öğrendikleri ışığında Yasuo'nun azmi ve gayesi tazelenmişti; artık onu gerçek katile götürecek bir ipucu vardı. Eşyalarını toplayıp Yone'nin mezarına son bir defa baktı. Bir yemin etti ve rüzgârı arkasına alıp yola koyuldu.

Kennen

Kökeni Ionia Adaları'nda olan, dengeyi korumaya adanmış kadim bir tarikat vardır. Düzen, karmaşa, ışık, karanlık -- hepsi kusursuz bir ahenk içinde olmalıdır; çünkü evrenin gidişatı böyledir. Bu tarikat Kinkou olarak bilinmekte ve dünyadaki amaçlarını, bünyesindeki üç gölge savaşçısıyla gerçekleştirmektedir. Kennen da bu gölge savaşçılarından biri. Kutsal bir görev olan Güneş'i Yolunda Tutmak – Kinkou adaletini yorulmadan dağıtmak- ona emanet edilmiş.

Kennen, Bandle Şehri'nde doğmuş ve söylenene göre ilk önce ana rahminden, sonra da onu doğurtan ebenin elinden kaçmış. Ailesi, büyüdükçe bu sonsuz enerjisinin azalacağını düşünse de, olgunlaştıkça enerjisi sınır tanımamış; hızı da ona uyacak şekilde gelişip sinir bozucu boyutlara ulaşmıştı. Hayret verici yeteneklerine rağmen, fark edilmemişti (yakalanmamıştı da denebilir çünkü bayağı muzurdu). Ta ki bir iddia üstüne, Placidium'un koca dış suruna koşa koşa tırmanana kadar. Bu beceri, Kinkou'nun kulaklarına gittiğinde, Kennen hemen ve sessizce iş görüşmesine getirildi. Diyarın her yerinde Kinkou'nun öğretilerini ve cezalarını coşkuyla iletebileceği Fırtına'nın Kalbi rolünü kendine uygun buldu. Şimdi arkadaşları Akali ve Shen'le beraber Valoran'da dengeyi koruyorlar. Bu mukaddes görev, üçlüyü elbette Adalet Meydanlarına da getirdi.

Akali

Ionia Adaları'nda kendini dengeyi korumaya adamış kadim bir tarikat var. Düzen, karmaşa, ışık, karanlık; kâinatın yaradılışı gereği, her şey mükemmel bir uyum içinde olmalı. Kinkou adıyla bilinen bu tarikat, dünya üzerinde amaçlarını gerçekleştirmeleri için üç gölge savaşçısını görevlendirdi. Bu gölge savaşçılarından biri olan Akali, Ağacın Budanması adı verilen kutsal görevi üstlenmiştir: Valoran'ın dengesini tehlikeye atanları ortadan kaldırmak.

Umut vaat eden bir dövüş sanatları ustası olan Akali, yumruk yapmayı öğrendiği andan itibaren annesinden eğitim almaya başladı. Annesi, tek ilkeye dayalı, amansız ve affetmez bir disipline sahipti: ''Yapılması gerekeni yaparız.'' On dört yaşında Kinkou tarafından tarikata alındığında, Akali kalın bir zinciri bir el darbesiyle kırabiliyordu. Hiç şüphe yoktu; Gölgenin Yumruğu unvanını annesinden devralacaktı. Gölgenin Yumruğu olarak yaptıkları, bazılarına ahlaki açıdan tartışılır gelse de, Akali'ye göre hepsi annesinin şaşmaz öğretilerinin doğrultusunda yapılmıştı. Akali şimdi Valoran'ın dengesini sağlamak için arkadaşları Shen ve Kennen'le birlikte çalışıyor.Bu kutsal amacın, üçlüyü Adalet Meydanlarına götürmesi hiç de şaşılacak bir şey değil.

Zed

Kadim çağlardan kalma yasak yöntemlerin sırrına son 200 yıldır ilk erişebilen ninja, Zed oldu. Kendisini ömrü boyunca bağlamış olan denge ve disiplin öğretilerinden koparak, klanına ve ustasına karşı geldi. Şimdi Zed gölgelerin bilgeliğini kucaklayan herkese güç sunup, cehalete tutunup kalanların canını alıyor.

Küçükken yetim kalan Zed'i, ünlü ve usta bir ninja evine alarak yetiştirdi. Zed'in tek dengi, ustasının oğlu olan Shen gibi görünüyordu. Aralarındaki her karşılaşma beraberlikle sona erdiği için, Zed asla ustasının gözdesi olamayacağını düşünmeye başlamıştı. Hayal kırıklığı ve kıskançlıkla, üstün gelecek bir yol aramaya başladı. Genç ninja, klanın tapınağının mühürlenip kapatılmış bir kısmına sızdı. Burada, süslü bir kutu buldu. Kutuya baktıkça içinde kötü bir his uyanıyordu. Kutunun içindeki kötücül bilgileri sezen Zed, kapağını açmaması gerektiğini biliyordu. Ama yine de açıp baktı. Gölgeler bir anda zihnine dokundu ve uzun süredir gizli duran teknikleri ortaya çıkardı. Artık gizli bir üstünliğü olan Zed, Shen'e meydan okudu ve ustasının oğlunu bu sefer yendi. Zafer anında övgü ve takdir bekliyordu. Ama ustası, Zed'in yasaklı yöntemler kullandığını her nasılsa anladığı için onu sürgüne yolladı.

Çok aşağılanan genç ninja, yıllarca serseri gibi gezdi. Kini hırsa dönüştü. Gölge stilini başkalarına da öğretmeye başladı. Gücü arttıkça, çevresindeki takipçiler de artıyordu. Ama o kutu olmadan, tekniğini mükemmelleştiremeyeceğini biliyordu. Bir gün Zed takipçilerine baktı ve öğrencilerinin artık bir ordu olduğunu gördü. Ödülünü almak için, onları toplayıp tapınağa yürüdü. Eski ustasını kapıda bekler bulunca şaşırdı. Ustası, Zed'i ve ordusunu ne zamandır beklediği misafirler gibi karşıladı. İhtiyar adam kılıcını Zed'in ayakları dibine bırakarak, ona gereğince ustalık edemediğini söyledi. Eski öğrencisini denge yoluna yönlendirmek yerine, sürgüne yollayarak gölgelere mahkum etmişti. İhtiyar, Zed'e tapınağa girip, kutuyu yokedip, takipçilerini dengeye yönlendirmesi için yalvardı. Kara ninja, ustasının peşinden içeri girdi. Bir-iki saniye sonra, beklemekte olan ninjalar Zed'in acı çığlıklarını duydu. Zed her nasılsa bir çizik bile almadan dışarı çıkıp, ustasının kestiği kafasını Shen'in önüne attı. Öfkeyle haykırarak, takipçilerine ustasının öğrencilerini öldürüp kutuyu almalarını emretti.

O eski ninja tarikatı o gün çöktü. Pek çok öğrenci öldü, bazıları ise Shen'in kahramanca çabaları sayesinde kaçabildi. Artık tapınak Gölge Yoldaşlığı'nın kötülük dolu çalışma sahasına dönüştü. Zed, Yoldaşlık'ın ustası olarak başa geçti. İlkeleri gayet sade: Tekniğini mükemmelleştir, gölgeleri kucaklamayı reddeden tüm ninjaları öldür.

Wukong

Rün Savaşları'nın karmaşasında, devasa boyutlardaki bir rüntaşı Veba Ormanları'nın derinliklerinde kayboldu. Orada, el değmemiş bir halde yüzyıllarca durdu ve çevresinde yaydığı kuvvetli büyüyle yaban hayatına bilinç ve yaşama gücü verdi. Bu güçten özellikle etkilenen bir grup maymun taşa tapmak için geldiler ve liderleri (bilge bir alim) taşın gücünü maymunları ölümsüz yapmak için kullanabileceğine inandı. Karmaşık bir ayin gerçekleştirdi ama işler beklediği gibi gitmedi. Rüntaşı yok olmuştu ve ölümsüzlük vermek yerine, kalbinde taşın gücünü ve kuvvetini taşıyan Kong'u oluşturmuştu. Kong'un içinde, dinmeyen bir büyük işler başarma isteği vardı. Değerli bir rakiple karşılaşma arzusuyla Veba Ormanları'nın sunabileceği bütün yaratık ve canavarları arayıp buldu ama hiçbiri onu istediği gibi zorlayamadı. Nasihat için bilgeye gittiğinde, kuzeyde yaşayan, zekâları ve güçleriyle dünyayı istedikleri gibi şekillendirmiş olan kılsız maymunların efsanesini öğrendi.

Kong, efsanenin doğru olup olmadığını keşfetmek kararıyla kuzeye doğru yola çıktı. Güney Çorakları'nı, daha sonra da Büyük Duvar'ı geçti. Yolu üzerinde, derin meditasyonda olan Master Yi'ye rastladı. Kong, ona kuzeydeki en güçlü savaşçının kim olduğunu sordu ve Yi de ona League of Legends'dan (Efsaneler Ligi) bahsetti. Hikâye Kong'un aklını başından aldı. Dünyadaki en güçlü savaşçılarla karşılaşabileceği bir yer, onun için cennetti. Kong, Yi'den kendisini Lig'e tanıtmasını ve ona insan yöntemlerini öğretmesini istedi. Böylece Lig'e uygun bir şampiyon olabilecekti. Karşılığında, Yi'nin Wuju stilini kullanarak Runeterra'nın gördüğü en büyük savaşçı haline gelip Yi'yi onurlandıracaktı. Yi Kong'un tutkusuna hayran olarak bu teklifi kabul etti, ama bir gün Kong'un da Wuju'nun derslerini bir öğrenciye aktarması koşulunu koydu. Bu anlaşmanın ruhuna uygun olarak, Kong'un adını ''Wukong'' olarak değiştirdi ve onun olağan dışı doğasına uyan bir silah verdi: Doran'ın gençliğinde yaptığı sihirli bir sopa. Silah, rakipsiz bir şaheserdi. Wukong, Yi'nin rehberliğinde en iyi olduğunu kanıtlamak ve dünyaya Wuju'nun gerçek gücünü göstermek için League of Legends'a katıldı.

Master Yi

Master Yi, kadim dövüş sanatı Wuju sayesinde, eylemleri düşünceleriyle bir olana dek vücudunu eğitip zihnini bilemiştir. Şiddete hep en son çare olarak başvurur ama kılıcını öylesine bir zarafet ve hızla kullanır ki, çözüm hep hızlı ve acısız olur. Wuju'nun yaşayan son ustası olan Master Yi, hayatını, dünya yüzünden silinmiş olan halkının bu mirasını aktaracak yetenekli öğrenciler bulmaya adamıştır.

Master Yi Wuju'nun ustası olmadan çok önce bile, bu mistik dövüş sanatını en iyi kullananlardan biri olduğu düşünülürdü. Bir süre sonra, Ionia'nın ücra bir köşesindeki köyünü Noxus'un işgal etmeye hazırlandığı haberi geldiğinde, bu ustalığını kanıtlama şansı bulacaktı. Yi Ionia'nın savaş meydanlarında fırtına gibi eserek, Noxus'un muazzam piyade birliklerini hızlı ve ölümcül saldırılarla geri püskürtüyor, Noxus Üst Komutası'nın utançtan yerin dibine geçmesine neden oluyordu. Wuju öğrencilerinin, işgalin karşısındaki başlıca engellerden biri olduğunu fark eden Noxus'lular, bu ölümcül sanatın yurduna kâbus gibi bir kimyasal saldırı yaptılar. Zehirli maddenin her nasılsa öldürmedikleri de, akıl sağlıklarını düzelmeyecek biçimde yitirdi. Yi'nin memleketi mahvolmuştu.

Savaşın sonunda, Yi köyünün harap olmuş kalıntılarına döndü. Burada, saldırının son kurbanı da o oldu. Gördükleri bedenini değilse de, yüreğini paramparça etmişti. Hayata tutunmak için kalbinde kalan son duyguya sarıldı: intikam. Evini yok edenleri cezalandırma isteğiyle yanıp tutuşarak inzivaya çekildi ve yıllarca çalıştı. Eskisinden daha da ölümcül bir kılıç kullanıcısı olmuştu ama gerçek Wuju ustalığına hâlâ ulaşamamıştı .

Durumuna duyduğu öfkenin doruğa ulaştığı günlerden birinde, çalışmalarını, çok soylu görünüşlü bir maymun böldü. Bir insan kadar uzun boylu olan ve dik duran bu maymun, Yi'nin hareketlerini izleyip onu taklit etmeye başladı. Yi maymunu kışkışladı; ama çevik hayvan Yi'nin tekniklerini ona karşı kullanarak çok eğleniyordu. Yi bu oyuncu canlıyla yalancıktan dövüştükçe öfkesi azaldı. Yüreğindeki nefret yükü tamamen kalktığında, maymunun kuyruğunu tutmakta olduğunu gördü. Wuju'yu intikam için öğrendiği sürece asla ustası olamayacağını o zaman anladı. Maymunu bırakırken, düşmanlarının kanını dökme arzusundan da vazgeçti.

Yi maymuna, o güne kadar görmediği gerçeklere gözünü açtığı için teşekkür etti. Fakat şaşılacak bir şekilde, maymun da ona karşılık verdi. Bu hayvan, Yi'nin dövüş sanatını öğrenmek istiyordu. Tuhaf bir istekti bu, ama böylelikle Yi'nin de önünde yeni bir yol açılmış oldu.

Caitlyn

Piltover'ın İlerleme Şehri olarak anılmasının bir nedeni de, suç oranının inanılmaz derecede düşük olmasıdır. Gerçi durum her zaman böyle değildi; özellikle tekmaturji araştırmaları için gereken değerli kaynakları ithal eden şehir, her türden haydut ve hırsız için ideal bir hedef oluşturuyordu. Hatta bazılarına göre, Piltover Şerifi Caitlyn olmasaydı şehir çoktan organize suçun esiri olmuştu.
Hextech araştırmalarında çığır açan, zengin bir devlet adamının kızı olarak doğan Caitlyn, henüz 14 yaşındayken babasının eve dönerken saldırıya uğrayıp soyulması üzerine, araştırmaya karşı sahip olduğu doğal yeteneğin farkına vardı. O gece babasının tüfeğiyle gizlice evden çıktı ve suç mahalinden iz sürerek hırsızlara ulaşmayı başardı. Ailesi başlangıçta onu bu tehlikeli hobiden uzaklaştırmak için ellerinden geleni yaptı; ancak genç kız uslanmak bilmiyordu. Kızını korumak isteyen annesi, bildiği tek yöntemi uyguladı ve Caitlyn'i, hafiyelik ihtiyaçlarına uygun olarak hazırlanmış tekmaturji ürünü cihazlarla donattı.

Caitlyn kısa sürede büyük ün kazandı; bunda Piltover'daki suçu tek başına yok etmesinin yanı sıra, kısa süre sonra filizlenen büyüleyici güzelliğinin de payı büyüktü. Hiçbir dava gözünü korkutmadı, hiçbir zorluk onu yıldırmadı. Şehir devletindeki en keskin nişancılardan biriydi. Kısa süre sonra Demacia, büyük soygunlar yapan gizemli bir kanun kaçağının yakalanması için Caitlyn'den yardım istedi.
Her suç mahaline süslü bir 'C' harfi yazılı bir kart bırakan bu haydut, Caitlyn'in baş düşmanı haline geldi. Caitlyn hâlâ bu soyguncunun peşinde. Bu takip, güzel şerifi Valoran'ın her köşesine götürdü. Caitlyn yolculuklarında bir yandan yeteneklerini geliştirmenin yollarını ararken bir yandan da elinden kaçmayı beceren tek avın izini bulmasını sağlayacak nüfuzu kazanmaya çalışıyor.

Vi

Vi'a göre her sorun, devasa hextech eldivenleriyle yıkıp geçeceği birer tuğla duvardan ibaret. Kanun dışı bir ortamda büyüyen Vi, suç dünyasına dair bilgisini artık Piltover'ın asayiş kuvvetlerinde hizmet etmekte kullanıyor. Vi'ın atılgan tavırları, sert mizah anlayışı ve emirlere uymayı kesin bir şekilde reddetmesi işleri kitabına uygun halleden ortağı Caitlyn'i çoğu zaman kızdırıyor. Ama Piltover şerifi bile Vi'ın suçla savaş konusunda ne kadar değerli olduğunu inkâr edemiyor.

Çocukluğu Piltover'ın kanunsuz eteklerinde geçen Vi, hayatta kalmak için çalmayı ve kandırmayı öğrendi. Hextech donanım çalıp yağmalayarak usta bir teknisyen haline geldi; sokakta geçirdiği hayatla kendi ayakları üstünde durmayı öğrendi. Altı yaşındayken, adi suçlulardan oluşan bir grup tarafından kabul edildi. On bir yaşına geldiğinde deneyimli bir suç ortağı olmuştu, art arda yaptığı soygunların tadını çıkarıyordu.

Vi'ın tavırları, bir madene yapılan yağma girişimi ters gittiğinde değişti. Çetesiyle birlikte kaçmak ve çökmüş bir tünelde mahsur kalmış masum madencileri kurtarmak arasında seçim yapmak zorunda kaldı ve kahraman olmayı seçti. Madencileri yıkıntıdan kurtarmanın bir yolunu ararken, hasarlı bir madenci robotu buldu. Robotun dev yumruklarını söktü ve birer hextech eldiven haline getirdi. Ağır silahları minik ellerine takan genç kız kolunu uzatıp, yıkıntıya güçlü bir yumruk attı. Darbenin gücü kayayı dağıttı. Madenciler kurtulduğunda, Vi oradan kaçtı.

Bu ters giden soygun girişiminden sonra, Vi çeteyle bağlantısını kesti. Yasadışı faaliyetlerine tek başına devam etti ama sadece diğer suçlulardan çalmaya başladı. Yıllar geçtikçe, Vi hextech yumruklarını modifiye edip geliştirdi ve bu sayede soygunlarını daha kolay yapar ve daha fazla ganimet elde eder oldu. Gün geldi, namı Piltover'ın ünlü Şerifi Caitlyn'in kulağına kadar gitti. Caitlyn Vi'yi tutuklamak yerine, ona topluma olan borcunu ödemesi için bir yol önerdi: Piltover asayişi için çalışmak. Vi buna güldü; ona göre, polisten kaçmadan suçluları dövmesini sağlayacak bir iş mükemmel bir şeydi. Derhal kabul etti. Caitlyn şimdi Vi'ı hizada tutmaya çalışıyor, Vi da Caitlyn'in emirlerine birer tavsiye gözüyle bakıyor; ama birlikte çalışırken, Piltover'daki tüm kanunsuzların korkulu rüyası oluyorlar.

JİNX

Jinx, sağı solu belli olmayan, kafadan kontak bir suçlu; en nefret ettiği şeyse can sıkıntısı. Sonuçlarını bir an bile düşünmediği karışıklıklar çıkarmak için yaşıyor ve arkasında, korku ve panikten oluşan bir iz bırakıyor. Marifetlerinden en çok nasibini alan şehirse, Runeterra'nın en sıkıcı yeri olduğunu düşündüğü Piltover. Ölümcül oyuncaklarıyla en yanar-dönerli patlamaları, en gürültülü yıkımları yarattığı bu şehrin talihsiz yetkililerini sürekli gafil avlayıp şaşırtıyor. Adaletin elinden hep kıl payı kurtulmayı başaran Jinx'in en büyük eğlencesi; Piltover'ın en iyi polislerini, özellikle de Vi'ı parmağında oynatmak.

”İlerlemenin Şehri” olarak bilinen Piltover'da, uzun süredir huzur ve düzen hüküm sürmekteydi. Bu sükunet; o güne kadar benzeri görülmemiş bir suçlunun ortaya çıkmasıyla bozuldu. Kimliği bilinmeyen bu suçlu, tüm şehri tehlikeye atan bir dizi yıkıcı, kötücül “şaka” yaparak Piltover tarihinde görülen en büyük suç dalgasına imza attı.

Ne bir amacı, ne de mesajı olan bu suçlar şehri kasıp kavururken, kanun kaçağını görenler de olmaya başladı. Bu genç kadının nereli olduğu bilinmese de; bazıları silahlarının Piltover işi olduğunu söylüyor, bazıları da giysilerini Zaun'un sokak modasına benzetiyordu. Ortaya her çıkışında birilerinin başına bela olduğu için, bu suçluya rastlama şanssızlığına uğrayanlar ona “kötü şans” anlamına gelen “Jinx” adını verdi.

Jinx iyice çığrından çıkmıştı. Piltover şerifi Caitlyn, olağanüstü hal ilan edip tüm şehrin katıldığı bir arama düzenledi. Jinx tam da kendisinden beklenecek şekilde, şehrin en güvenli binası olan hazine dairesinin cephesine, şehrin en azılı polis memuruna meydan okuduğunu ilan eden bir mesaj bıraktı. Binanın ön yüzünde Vi'ın bir karikatürünü çizip, yapacağı soygunun tarihini ve saatini yazarak Piltover Fedaisi'ne meydan okuduğunu duyurdu.

Bu baş belasını kodese tıkmaya kararlı olan Vi, Jinx'in verdiği saat gelene kadar hazine dairesinin önünde bekledi. Jinx, binaya yazdığı sözü tutup, her zamanki gibi hin hin sırıtan yüzünü gösterdi. Haydudu yakalamak için tek şansının bu olduğunu bilen Vi, onu binanın içine kovaladı. Vi, Jinx'i kaybetmemek için binanın duvarlarını birbiri ardından yıkarken, Jinx sürekli kıkırdayarak boş binanın içinde roket üstüne roket patlatıyordu. Vi suçluyu sonunda kasa dairesinde köşeye kıstırdı. Ama Jinx henüz işini bitirmemişti. Manyak gibi gülerek roketlerle yaylım ateşi açtı ve binayı tepelerine yıktı.

Hayli hırpalanan Vi, sonunda yıkıntıların altından çıkabildiğinde Jinx'in izini bile bulamadı. Bu da yetmezmiş gibi, harap olan kasadan bir gram bile altın çalınmamıştı. Jinx bunun yerine, Piltover şehir siluetinde açtığı kocaman boşluğa, en sevdiği memur için yazdığı bir ayrılık notu bırakmıştı. Şehir ışıklarıyla yazılmış olan bu not, kısaca 'Beni asla yakalayamazsın' diyordu. Vi bu mesajı okurken yeni can düşmanının kıkırdamaları yeniden duyuldu ve Piltover şehri, tarihinde ilk defa karanlığa gömüldü.